BEŞERİ KAYGILAR DİN OLUNCA BİR YIĞIN KİŞİ DİNİ/DAR OLUR

Din bazı konularda net şeyler söylemiş; bazı noktaları ise cevapsız ve muğlak bırakmış.
Allah -haşa- yanılmaktan, unutmaktan, dalgınlıktan münezzeh bir yaratıcıdır.

O halde bu hususlar yanlışlıkla atlanmış olamaz.

Demek ki bunda bir hikmet var… Bir hikmet olmalı…

Demek ki dinde her noktanın illa ki bir hükme bağlanması gerekmiyor.

Demek ki bazı noktalar renksiz yani bir obsiyon olarak kalmalı…

Bu anlaşılıyor…

Demek ki bazı şeylerde ne yapılacağı, bunun nasıl olacağı önemli. Ancak bazı konularda ise neyin nasıl yapılacağı çok da önemli değil.

O yüzden bu hususlar biz insanlara, algılarımıza, kişisel seçimlerimize havale edilmiş.

Şayet bunlar da illa ki bir hükme bağlayanacak olsaydı yüce yaratıcımız bunu sonradan gelecek ve hatadan beri olmayan, “ismet” sıfatı taşımayan kişilere bırakmazdı; bu kutsal işi ya kendisi yapardı ya da, “O asla nefsinden konuşmaz” denilen peygamberimize havale ederdi.

“Zamanla bana tapınmaya başlamasınlar” diye kabrini bile Kabe’nin yanına değil de ta Medineye defnettiren hassas bir elçi bu işin hayati sakıncasını ihmal etmiş olamaz herhalde. 

VELHASIL 

Kişisel kaygısını din sananlar buraları da mutlaka bir hükme bağlama, bize tanınan ve esasında rahmet olan bazı obsiyonları kurallaştırarak kendilerince dine hizmet etme derdinde olmuş tarih boyunca.

Mezhepler bile böyle çıkmış. Obsiyon kalması gereken farklı uygulamalar mutlaka bir kurala bağlanmalı telakkisiyle.

Oysa bu opsiyonları mutlaka katı bir kurala ve hükme bağlayanlar dinin, “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız” açık beyanına ve daha bilemediğimiz bir yığın hikmete aykırı iş yapıyorlar.

Haşa lisanı halleriyle, “Bu böyle olmaz, en iyisini biz biliriz, her nokta mutlaka günah – sevap, doğru – yanlış noktasında bir yere oturmalı, mutlaka ama mutlaka bu düzlemde bir hükme bağlanmalı” demiş oluyorlar.

Bu yaygın geleneksel zihniyet mutlaka bir hikmet gözeterek iş yapan yüce yaratıcının murat ettikleriyle zıt sonuçların doğmasına yol açıyor asırlardır.

O yüzden birleşme değil ayrışmalar, sevgi değil nefret, iman değil imansızlık, dini yaşantı değil dine lakayt yaşantı, hoşgörü değil taassup ve bağnazlık, kardeşlik yerine kavga ve savaşlar serpiliyor İslam coğrafyasında, yüzyıllardır.

MESELA

Mesela örtünme işini dindeki diğer hususlardan daha çok öne çıkardınız mı bir çok insanın (iman ve yaşantı noktasında hazır olup olmadığına bakmaksızın) apar topar kapanmasına sebep oluyorsunuz.

Yani örtünmeyi hakkıyla temsil edemeyen nice kişinin de kapanmasına yol açıyorsunuz Çünkü, “Bu kadar üzerinde duruluyor, demek ki örtünme işi çok hayati, adeta olmazsa olmaz bir kural” olarak algılanmasına kapı aralamış oluyorsunuz.

Ne acıdır ki bunun sonucu örtünerek aslında cazip bir kadın olmaktan uzaklaşması gereken yığınla insanın en cazip, en çok dikkat çeken dişi ve nesne haline gelmesi oluyor!

Çünkü gayri meşru tarik maksadının zıddına hizmet ediyor.

Çünkü hiç bir insan Allah kadar hikmetli iş yapamaz.

Allah yaştan kuruyu kurunan yaşı halk eder.

Bu gerçeği hakkıyla anlayamayan yahut unutan nice din büyüğü ise ya yaşı kurutmaya yahut da kuruyu ıslatmaya kalkışır.

Yine örneğin öğle namazı için zorunlu tutulan rekat 4’tür. Gerisi sünnettir, yani rızaya bağlı olan, yapılmaması halinde ibadeti eksik bırakmayan, ibadetin kabulüne mani olmayan kısımdır.

Ancak siz, “Öğle namazı için 10 rekat diyelim biz (Öğle namazı şayet 10 rekat ise 9 bile kılsanız kabul olmaması gerekir), yoksa kimse sünneti kılmaz” mülahazasıyla sünnete (lafta değil, pratikte) farzmış gibi bir muamele çektiğinizde milyonlarca insanın gözünde namazı ağırlaştırmış, böylece bırak sünneti cumadan bile uzaklaştırmış oluyorsunuz.

Bunlardan birisi de benim…

Eskiden beri, en azından alışana dek, öğleyi 4 rekat kılıp çıkmayı düşündüğümde adeta namazı eksik bırakmışım gibi tepki vereceğinden korktuğum nice hocalardan ders alarak büyüdüm çünkü.

Demek ki sadece farza faz demenin önemi, sünnete ise pratikte farz muamelesi çekmenin sakıncası çok büyük.

Demek birilerinin beşeri kaygısı ilahi hikmetten daha muteber değil…

Tüm bunların sebebi kişisel görüş ve muhtelif kaygılar sahibi kişilerin din adına hüküm vermesidir.

Din kaynağı saf ve ilahi olan sistemdir.

Beşeri görüşler din olduğunda maksatlar zayi oluyor, ancak hedefine asla varamıyor…

Bilakis hedefin tam zıddına götürüyor.

Sonra da sakat bir gelenek kutsal kanunlar haline dönüşüyor.

Din adamına (ki din adamı tabiri de çok sakıncalıdır, ama buna da karşı çıkan olmaz. Oysa belli bir kesim değildir dinin adamı, inanan herkestir. Öbürü hristiyanlık için geçerlidir) karşı çıkmanın dine karşı çıkmak gibi algılandığı bir kültürde bu gerçeklere değinemiyorsunuz daha…

Böylece, “Din kolaylıktır” denildiği halde nice gerçekler, nice nesiller, “En iyisi daha zorudur” diyenlerin, “En mükemmeli daha fazlasıdır” sananların elinde ve ocağında heba olup gidiyor.

izzetgullu

Psikolog

Bir yanıt yazın