Neden Kur’an Okumazlar

NEDEN KUR’AN OKUMAZLAR

Öyle ya da böyle, inanan bir çok insanın (hepsini tenzih ederim) ortak özelliği fazla Kur’ an okumaya yanaşmamalarıdır.

Bu Kişiler ya Kur’ anı hiç okumazlar yahut sadece Arapçasıyla yetinirler. Sonra da, “Yol gösterici, hidayet rehberi” denilen bir kitabın ne dediğini, nasıl ve hangi bilgilerle – buyruklarla yol gösterdiğini bir kez olsun düşünmeden / anlamadan, ruhsuz bir cesedi canlı saymak misali “anlamasız bir eylemi okumak sayarak” yaşayıp giderler. Et ile tırnak gibi olan lafız ve manayı ayrılmaz bir bütün olarak görmez; sadece Arapçayı kutsallaştırırlar! Yani mektubu değil de zarfı!

Sözgelimi Kur’ an okuduklarında türbanlı olan birinin türbansız birini sırf başı açık diye içinden geldiği gibi kötüleyebilmesine, alıştığı şekilde değerlendirebilmesine, sonra da ona kızıp kin güdebilmesine, bunu da cihat yahut takva alameti sayabilmesine imkan kalmaz. Öyle olunca da kendince, türban takanla takmayan arasında nefsinin hoşuna giden bir fark kalmaz! Bu ise onun nazarında haksızlıktır!

Okursa Allah katında başı açık olanın kendisinden daha makbul bir kul olabileceği gerçeğini görüp üzülebilir. Bu da onun başında zaten güç bela taşıdığı ve gerek din gerekse kul katında ayrıcalık kattığını düşündüğü örtüsünün psişik ağırlığını artırabilir!

Kur’ an okuduklarında dünyanın bir ucunda aç, zulme ve haksızlığa uğramış, hatta ölen Müslümanlar varken bir köşede tesbih çekmenin, bu sayıyı her gün üç binlere, dokuz binlere, otuz binlere falan tamamlamanın, sonra da bir kuş sütü eksik sofralarına, “Ya bismillah” diyerek oturmanın yetmediği, hatta bu durumda veballerinin katlandığı görülür. Bunu kolay kolay kim görmek isteyebilir ki!

Her gün Kur!an okunursa Allah’ın, “İflas eden mü’minler” den bahsettiğine şahit olunur. “Vay o namaz kılanların haline” ilahi ikazına muhatap olunur. Ardından, cennet için, ebedi kurtuluş için sadece sevap kazanmanın yetmediği, onları muhafaza edebilmenin de çok önemli olduğu, bunun için ise daha onlarca fırın somun ekmek yemeleri lazım geldiği gerçeği görülür. Sürekli oturmaya alışmış hantal bir bünye için bu gerçek tahammülü çok zor bir gerçektir. Dolayısı hiç okumamak, bildiği ve zannedildiği gibi inanıp gitmek, sonra da bununla ferahlanmak en iyisi olarak düşünülür!

Kur’ an okuduklarında hayatları boyunca her türlü günahı işleyip bir tövbe ile, hele hele bir hac farizası ile analarından doğmuş gibi olmalarının Allah’ın kesin bir vaadi olmadığı, o çetin günde her şeyin tartıya vurulacağı, hardal tanesi kadar günahın bile cezasız kalmayacağı (Allah’ın dilemesi dışında) görülür. Onlar da haliyle her okuduklarında huzurlarını kaçıracak olan bu gerçekleri görmek istemezler. Tövbelerini, yaşlanınca kıldıkları namazlarını ve yaptıkları hac görevlerini hatırlayıp cennetlik olduklarından yüzde yüz emin bir duyguyla, böylece aldatıcı bir iç huzuru içinde yaşayıp gitmeyi yeğlerler.

Kur’ an okurlarsa, “Tebessümün, yumuşak huyun, sabrın, metanetin, güzel sözün mü’minlerin karakteri olduğu gerçeği ve “Güler yüz sadakadır” buyruğu asık ve asabi yüzlerine çarpar; kendilerine sık sık haşin ve Nemrut’a çalan suratlarını anımsatır. Böyle bir aynaya kim bakmak ister ki!

Kur’ an okurlarsa haksızlık karşısındaki ataletlerine ve suskunluklarına, “Sağ duyu” deyip geçiştiremezler. Korkaklıklarına, yılmışlıklarına ve sinmişliklerine de, “Soğukkanlılığın muhafazası” payesi takamazlar! Maazallah o zaman dilsiz şeytan olurlar! Oysa onun gözünde şeytan olsa olsa farklı cemaatteki ya da mezhepteki kişilerdir. En çok da bir cemaatte olmayan, bir mezhebe tabii olmayan kişidir sadece!

Okuyunca görecekleri, “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan…” buyruğu kibirden taşa dönmüş ruhlarının tadını kaçırır. Okumayarak bu hallerinin dinin azametiyle alakalı ve günahkarlara verilen ve temelde İslami şuura dayanan Salih bir tepki biçimi gibi algılayıp gitmeyi yeğlerler. Nefislerinin telkin ettiklerini seçebilmek için Kur’ anın nasihatlerinden uzak kalmayı tercih ederler.

Kur’ an okurlarsa komşusu açken umarsızca tok yatmaları, sıfırı ile değiştirilen 2010 model arabaları, yardım isteyen birine, “Vallahi yok, olsaydı başım gözüm üstüne” derkenki iki yüzlülükleri ve yalanları huzurlarını kaçırır.

VELHASILI

Kur’ an okurlarsa ya her gün dedikodu yapamazlar ya da bunu aynı ağız tadıyla beceremezler.

Kur’ an okurlarsa altı Paris üstü Mekke bir tarzda giyinemezler!

Kur’ an okurlarsa İslam’ın baş kapatma veya bir cemaate ait olma yahut bir partiye oy vermekle sınırlı olmadığı görülür! İslam’ın esasında “güzel ahlak” olduğu falan anlaşılabilir! Güzel ahlak ise zordur. Özü ile bağı koparılmış, büyük ölçüde içi boşaltılmış birkaç mekanik ibadet ile olup biten bir din işini durduk yere zorlaştırmak, bir bakıma eski köye yeni adet getirmek (hepsini tenzih ederim) kimin hoşuna gider!

Kur’ an okurlarsa şayet zayıflamış bir iman arsası üzerine kurdukları yapay dindarlıklarının getirdiği aşağılık kompleksini “züppe” tavırlarla izale edemezler, cilalanan vicdanları izin vermez buna çünkü!

Kur’ an okurlarsa şöyle ağız tadıyla günah işleyemezler, günahla sevabın kol kola halay çekerek yaşanılıp gitmesindeki deruni çelişki açığa çıkar, böylece keyiflerini kaçırır!

Kur’ an okurlarsa, “Aşağı Nil’in kenarında kaybolan kuzunun” dahi mesuliyeti duyulur, gece alt tarafı bir çift olan göze uyku girmez! Oysa o izlediği “bol aşk sahneli” dizi sonrası bir kase yoğurt yiyip uzanıp uyumazsa yapamaz!

Kur’ an okurlarsa iş yerinde, PC başında oyun oynarken keyfice, “Bugün git yarın gel” diyemez mesela vatandaşlara!

Kur’ an okurlarsa ruhu bırakıp cesetle uğraşamazlar, kıt kaynaklarını içi boş olacağını bile bile her köşeye cami yapmakla harcayamazlar! Maazallah imani ve dini kitaplar almak ve dağıtmak gibi daha hayırlı işlere sarf etmek zorunda kalabilirler ki bu onların, elinde oyuncağa döndükleri nefislerinin hiç hoşuna gitmez! Nefis ya kolay kolay hayır yaptırmaz yahut da doğru yere yaptırmaz! Çoğunu bu iki tuzaktan birine mutlaka düşürür!

Böylece Kur’ an okurlarsa birleştirici, cem edici demek olan camileri Müslümanları bir mahalle içinde bile ikiye, üçe bölen yerler haline getiremezler!

Hem Kur’ an okurlarsa şayet duydukları her kem söze, “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” diyerek inanamazlar.

“Bir fasık haber getirince iyice araştırın… ve “Kardeşinizin ayıbını örtün” mealindeki ayetlere uymak zorunda da kalabilirler. Bu ise başkasının aleniyet kazanmış ayıbına bakıp içlerinde sakladıkları daha büyük  kirleri temize çıkarmaya alışmış olan ham ruhlarının işine gelmez!

O sebeple çoğu dindar kişi direkt Kur’an kaynağıyla değil; araya girmiş ve kendileri tarafından seçilmiş kişi ve kitaplarla muhatap olmayı yeğler!

izzetgullu

Psikolog

Bir yanıt yazın